ÖNSÖZ

Ülkemizde çevre sorunları genellikle marjinal konulardan sayılageldi. Son yıllarda, küresel iklim değişikliği kaygıları ve hızlanan enerji yatırımlarının yarattığı sorunlar yüzünden çevre konularına ilginin arttığı söylenebilir. Fakat, bu çok-disiplinli ve karmaşık konuları değerlendirmekte zorlanan kamuoyu, iklimkıyamet senaryoları yüzünden tedirgin, nükleer enerji, HESler, genetiği değiştirilmiş organizmalar gibi güncel tartışma konularında kararsız.

Bu kitabın amacı, küresel boyuttaki çevre sorunları ile ilgili bilimsel bulguları ve farklı tezleri değerlendirip, kolay okunabilir bir formatta özetleyerek, okuyucunun kendi görüşünü oluşturmasına yardımcı olmak. Ayrıca, neredeyse bütün bilim dallarını ilgilendiren ve uzmanlaşmalar arttıkça biribirinden kopmakta olan çevre konularını aynı kitapta ele alarak, bir tür el kitabı oluşturmak.

Okuyucunun bazı temel kavramlarla da tanıştırıldığı Giriş bölümünde dikkat çekilen küresel sorunlar, altı bölümde, Gıda ve Su, İklim, Ekoloji, Enerji ve Atıklar, Yeni Ekonomi Tartışmaları, Sürdürülebilirlik başlıkları altında ele alınıyor. Her bölümün başında konu kısaca özetlenerek bir çerçeveye oturtulduktan sonra makalelerde çeşitli yönleriyle değerlendiriliyor. Bazı makalelerin sonunda, meraklı okuyucular için açıklayıcı notlar sunuluyor. Son makale Sürdürülebilir Topluma Doğru ise, geleceğe iyimser bir bakış denemesi.

Meraklısı İçin Notlar kısmında sunulan açıklamalardan daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyen okuyucular, kitabın sonunda tarih sırasına göre listelenen kaynakların büyük bölümüne internetten kolayca ulaşabilir. Detaylı İçindekiler tablosu, hangi konu ve kavramların hangi makalelerde ele alındığı konusunda yardımcı olmayı amaçlıyor.

GİRİŞ

Uygarlığımız, büyük çapta kendi yarattığı önemli küresel sorunlarla karşı karşıya. İklim değişikliği, enerji bunalımı, ekolojik kriz, çevre kirliliği, su ve gıda sorunları… gitgide siyasi çalkantılara neden olacak boyutlara ulaşıyor. Aşırı kaynak tüketimi ve kirlilik olarak özetleyebileceğimiz bu sorunlar, gezegenimizin doğal kaynaklarını sürdürülemez şekilde tükettiğimizin ve ekosistemlerin (hava temizleme, su arıtma, gıda üretme, sel önleme gibi) sağladığı servislerin kapasitesini aşıyor olduğumuzun göstergeleri. Dengeleri yerine oturtamazsak, yeni sorunlar da kaçınılmaz.

Uygarlığımız kendi etkinliklerinin yarattığı ilk küresel çevre sorunuyla seksenli yıllarda tanıştı. Soğutucularda, spreylerde ve endüstriyel üretimde kullandığımız bazı kimyasal maddelerin atmosferin yükseklerine ulaşıp, (gezegenimizdeki canlıları güneşin zararlı ultraviyole ışınlarından koruyan) ozon tabakasını zayıflattığı anlaşılınca, Birleşmiş Milletler (BM) koordinasyonunda organize olan devletler, Montreal Protokolü’yle bu maddelerin kulllanımını kademeli olarak yasakladı. Bu bir küresel başarı olarak görülebilir, ama sorun henüz bitmedi. Tabakanın tamir olmasının daha onyıllar alacağı tahmin ediliyor. Çoğu doğa sisteminin, böyle gecikmelerle tepki vermesi, sorunları anlamayı da, çözümü de zorlaştıran etkenlerden biri.

Uygarlığı tehdit eden bir diğer küresel çevre sorunu, iklim değişikliği olarak ortaya çıktı. Biliminsanlarına göre, bacalarımızdan, fabrikalarımızdan, ulaşım araçlarımızdan saldığımız gazların yarattığı sera etkisi ve bu gazları emip zararsız hale getiren ormanlar, okyanuslar gibi ekosistemlerin insan etkinlikleri yüzünden zarar görmesi, küresel iklimi değiştiriyor. Bu süreçte kuraklık, sel, fırtına gibi iklim felaketlerinin sıklık ve şiddetinin artmasından, denizlerin yükselmesinden endişe ediliyor. Bu sorun da BM koordinasyonunda ele alınmakta. Kyoto Protokolü’yle gelişmiş ülkelerden başlayarak sera gazı emisyonlarını azaltacak, iklimi etkileyen insan aktivitelerini fiyatlandırarak ekonominin formüllerine sokacak düzenlemeler oluşturuluyor. Teknolojik gelişmelerin de yardımıyla emisyon yaratan altyapılarımızı (santraller, fabrikalar, binalar…) hızla dönüştürebilir ve gecikmeden hedeflere ulaşabilirsek ikinci bir küresel başarıdan bahsedebileceğiz. Ama, emisyonlarımızı derhal ve tümden durdursak bile, yine gecikmeler yüzünden, sera gazlarının atmosferdeki oranı uzun yıllar yüksek kalmaya ve iklimi etkilemeye devam edecek.

Bugün gündemde en fazla yer alan konu iklim değişikliği olsa da, onun kadar önemli başka sorunlarla karşı karşıyayız. Geleceğin diğer yaşamsal kriz adayları su ve gıda. Tarımın üç temel unsuru olan toprak, su, ve verim artışında önemli sorunlar yaşanıyor. Dünyanın pek çok yerinde tatlısular kendilerini yenileme kapasitelerinin çok üzerinde tüketiliyor. Uzun yıllarda birikmiş yeraltı suları hızla çekilip, göl ve nehirler kirlenirken, artan nüfuslar için temiz su bulmak güçleşiyor, tarım, enerji, endüstri arasında su rekabeti kızışıyor. İklim değişikliğinin getirebileceği bölgesel kuraklıklar da cabası. Nüfus artışı yavaşlamaya başlamış olsa da, gıda talebindeki artışı karşılamak giderek güçleşiyor. Kişi başına düşen gıda üretimi halen artışta ama, zenginleştikçe daha fazla et yemeye ve (etle doymak için 4-6 kat daha fazla yem-tahıl gerektiğinden) daha fazla tahıl tüketmeye başlayan kalabalık ülkeler, eskiden kendi tahıl gereksinimlerini karşılayabilirken artık ithalatçı durumunda. Tarıma açılabilecek yeni alanlar da sınırlı. Çoğu Afrika’da bulunan bakir alanları kapatmak için mali kaynakları bol ülkeler yarışa girmiş durumda. Tahıl üretiminde verim de düşüyor. İklim ısındıkça belki yeni alanlar tarıma açılabilir, karbondioksitin gübreleme etkisi başlarda tarım üretimini bir miktar artırabilir, biyoteknolojiler elverişsiz ortamlarda ürün yetiştirmemizi sağlayabilir ama, düzensizleşen yağışların kuraklıklara ve sellere sebep olması, buzulların erimesiyle yükselen denizlerin nehir deltası gibi verimli tarım alanlarına yürümesi, dağlardaki karlar azaldıkça susuzluğun yaygınlaşması gibi riskler de büyüyor.

Ekonomik büyümenin motoru olan enerjiye talep de çığ gibi büyüyor, ancak, enerji üretimi ekosistemlere en fazla zarar veren aktivitelerden biri. Önümüzdeki yüzyılda tükeneceği hesaplanan ham petrol rezervlerinin paylaşım şavaşlarına şimdiden tanık oluyoruz. Petrol ve doğalgaz gitgide daha derinlerden ve düşük kalitedeki rezervlerden, daha zor yöntemlerle çıkarılırken, maliyetler de yükseliyor, çevre riskleri de. Üstelik, bunları elde etmek için harcanan enerjiye karşılık kazanılan net enerji küçülüyor. Bol bulunan güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir kaynaklar, henüz fosil yakıtların sağladığı yoğunluğa ulaşamıyor. Bu teknolojilerin gelişmesiyle gelecekte belki, doğaya büyük zarar vermeden, dünyanın enerji açlığı doyurulabilir ama, yeni sorunlar da kapımızda.

Gelişmekte olan kalabalık ülkeler, gelişmiş ülkelerin yolunu izleyerek, tüketime dayalı ekonomilerle kalkınırken, yerküremizin doğal kaynakları ve ekosistemleri üzerindeki baskılar katlanarak büyüyor, yokolan canlı türlerinin listesi uzarken ekolojik kriz sessizce yayılıyor. Medeniyetin gelişme sürecinde doğayı pervasızca sömüren insanın ekosistemlere ve biyolojik çeşitliliğe verdiği zarar, jeolojik zamanımızda görülmemiş hızda canlı yokoluşlarına neden oluyor. Üstelik, yerküreden silinip gitmekte olan bazı canlıların gıda zincirindeki yeri, insan yaşamını destekleyen sistemlerdeki rolleri henüz keşfedilmedi bile.

Peşpeşe ortaya çıkan ve bazı bölgelerde kriz boyutlarına ulaşmış olan küresel çevre sorunları temeldeki büyük açmaza işaret ediyor: insan, kendi yaşam kalitesini artırırken yeryüzünün doğal kaynaklarını sürdürülemez şekilde tüketiyor ve ekosistemlerin sağladığı (hava temizleme, gıda üretme, sel ve erozyon önleme gibi) ekosistem servislerinin kapasitesini aşıyor. Üstelik, bu biribirine bağlı hassas sistemleri bozarak kapasitelerini daha da aşağı çekiyor. Bugün, kirlilik akışının ve pek çok kaynağın tüketiminin sürdürülebilirlik sınırlarını aştığı, teknolojik gelişmelerin sağladığı kazanımların üstsel hızda büyüyen tüketimle çabucak yokedildiği görülüyor. Üstelik de, seçime odaklı kısa-dönemli politikalar uzun-dönemdeki tehditleri gözardı ettiğinden, acil olarak alınması gereken kararlar sürekli erteleniyor.

Küresel tüketim bu hızlarda büyümeye devam ederse yeni sınırların ortaya çıkacağı, bunlarla başetmek için gitgide daha fazla kaynak ayrılması gerekeceği ve endüstriyel üretimin de nüfusun da, yaşam kalitesinin de düşüşe geçeceği hesaplanıyor. Ani ve önlenemez çöküşleri önlemek için büyüme hızının yavaşlatılması öneriliyor ama, (doğal kaynakların sınırları şimdiden zorlanırken), önümüzdeki 20 yılda artan nüfusun gereksinimlerini karşılayabilmek için %50 daha fazla gıda, %45 daha fazla enerji, %30 daha fazla temiz su gerekecek. Gelişmiş ülkelerin bugüne kadarki savurgan yaşam tarzıyla dünyanın ancak birkaç milyar insanı taşıyabileceği hesaplanırken, teknolojik gelişmeler hızlanır, bunları doğru şekilde kullanacak politikalar devreye girer, daha tutumlu ve paylaşımcı bir kültür yaygınlaşabilirse, 2050lerde dokuz milyarı aşacağı tahmin edilen küresel nüfusun gereksinimleri hala karşılanabilir.

İklim değişikliğini önlemek amacıyla yürürlüğe konan Kyoto Protokolü ile başlayan değişimin, teknolojik gelişmeler ivme kazandıkça bir temiz enerji devrimine dönüşmesi mümkün. Emisyonları azaltmak için yapmamız gerekenler, kaynakları dengeli kullanan sürdürülebilir toplumlar yaratmamıza da yardımcı olabilir. Yeryüzünde yaşamı destekleyen sistemlere daha fazla zarar vermeden fosil yakıtlardan yenilenebilir kaynaklara geçmeyi başarabilirsek, temiz ve ucuz enerji dünyada refahın yayılmasına da katkı sağlayabilecek. Bugün uygarlığın karşı karşıya olduğu zor görev, doğal kaynaklara ve ekosistemlere zarar vermeden toplumların yaşam kalitesini artırabilmek, bugünün gereksinimlerini karşılarken gelecek nesillerin hakkını gözetmek. Bunları başarmak kolay değil ama, Hollanda’dan Çin’e olumlu örnekler, bunun imkansız olmadığının kanıtları. Üstelik, güneş ve rüzgar enerjisi gibi, insan yaratıcılığı gibi tükenmeyecek kaynaklarımız var.

Sürdürülebilir toplumlar yaratabilmemiz ise, önümüzdeki riskleri değerlendirerek güvenli sınırları saptayabilmemize ve insan etkinliklerini bu sınırlar içinde tutarken, toplumların risklere karşı dayanıklılığını ve değişime uyum sağlayabilme becerilerini geliştirebilmemize bağlı. Bunların anlamı, yaşam tarzlarımız kadar, küresel ekonomi politikalarının, yasalar ve eğitim gibi üstyapıların, enerji sistemleri gibi altyapıların da bu hedeflere göre yeniden tasarlanması demek. Sorumluluğu ise ne yalnızca devletlere, uluslararası kurumlara ya da politikacı, biliminsanı veya sanayicilere yükleyebiliriz, ne de bazı unsurları bu süreçten dışlayabiliriz. Uygarlık, tüm bileşenleri ve hepimizin yaratıcı katkılarıyla, gereken dönüşümü başarmak zorunda.

SONSÖZ YERİNE

Teknolojilerin hızla geliştiği, bilimsel bulgulara umulmadık yenilerinin eklendiği günümüzde, neredeyse bütün bilim dallarını ilgilendiren karmaşık çevre konularında sonsöz söylemenin anlamlı olmadığı belli. Özellikle de, iklim, ekoloji gibi konularda hala bilmediklerimiz bildiklerimizden kat kat daha fazlayken. Öte yandan, gezegenimizin kapasitesini aşmakta olan kaynak tüketimi ve kirlilik sorunları bu hızlarda büyümeye devam ederse, insanlığın değilse bile uygarlığın sonunun geleceğine şüphe yok. Belirsizliklere rağmen, daha fazla gecikmeden güvenli sınırları belirlememiz ve insan etkinliklerini bu sınırlar içinde tutmayı başarmamız gerekiyor.

İnsanlık tarih boyunca afetlerle, ölümcül salgınlarla, büyük savaşlarla başetmeyi başardı ve yeryüzünde yeni uygarlıklar yeşertmeye devam etti. Yüzyıllardır ortaya atılan kıyamet senaryolarına rağmen bilim ilerledi, teknolojik gelişme sürdü, yaşam kalitesinin bir göstergesi sayılan insan ömrü önemli ölçüde uzadı. Ama, dünyamız daha önce hiç bu kadar büyük kalabalıkları taşımak zorunda kalmadı, suları ve atmosferi doğada bile bulunmayan sentetik maddelerle böylesine kirlenmedi, ekosistemlerin işleyişini insan kadar altüst eden bir canlı türü varolmadı. Geleceği tahmin etmek için geçmişe bakmak kısmen yararlı olabilirse de, geçmişte bugün yaşamakta olduğumuz durumun bir benzeri yok.

Yeryüzünün dört milyar yıllık ömrünün sadece son on bin yılında  etkin olmasına rağmen bütün gezegene ayakizini bırakan, ekosistemleri ve doğal süreçleri etkileyen insanın, plan yapabilen ve organize olabilen de bir canlı türü olduğu gözönüne alınırsa, yeryüzündeki canlı-cansız diğer sistemlerle dengeli ve daha uzun süre varolmayı sürdürebilecek yeni bir uygarlık geliştirebileceğini ummak hayalperestlik sayılmaz. Bu da ancak hepimizin katkılarıyla gerçekleşebilecek.